Doğu TÜRKİSTAN ve Coğrafya
  DAĞIŞTANLILAR
 

Dağıstanlılar

Tarihte özgürlük mücadelesinin en yoğun yaşandığı toprak parçalarından biri olan Dağıstan'ın günümüzdeki stratejik önemi, başta Rusya ve ABD olmak üzere birçok ülkenin ilgisini çekiyor. SSCB'nin dağılmasının ardından tam bağımsızlık mücadelesi veren Dağıstan, çoğunluğu Müslüman, 20'den fazla etnik unsurun barış içinde yaşadığı bir ülke olma yolunda...

Türkiye geçmişte olduğu gibi bugünde Osmanlı mirasına ciddi bir şekilde sahip çıkmalıdır. Bu noktada yapılması gereken önemli işlerden biri, Osmanlı'nın kurmuş olduğu "nizamı" tarihsel delilleriyle ortaya koymak ve dünyaya anlatmaktır. HARUN YAHYA

Dağlar Ülkesi anlamına gelen Dağıstan'ın tarih sahnesine çıkışının MÖ 6. yüzyıla kadar dayandığı bilinmektedir. Tarihçiler tarafından o dönemde Albanya denilen toprakların içinde olduğu tahmin edilen Dağıstan, Albanya'nın yıkılmasının ardından birçok devletin işgaline uğradı. Tarih boyunca birbirinden farklı dinlerin ve etnik unsurun huzur içinde yaşadığı Dağıstan topraklarında 4. yüzyılda Hıristiyanlık yaygın din haline geldi.

BÖLGEDEKİ TÜRK VARLIĞI

10. yüzyılda Hazarlarla birlikte başlayan Türklerin bölgedeki faaliyetleri, 11. yüzyıla kadar devam etti. Bu dönemde ülkenin büyük bir bölümü Büyük Selçuklular'ın eline geçmiş, ancak Büyük Selçuklu Devleti'nin ömrünün kısa sürmesiyle birlikte bu hakimiyet de sona ermişti.

10. ve 11. yüzyılda Karadeniz'in kuzeyinde hüküm süren Kumanlar (Kıpçaklar), Dağıstan'a kadar sokularak Türklerin bölgeye yerleşmelerini sağladılar. Daha sonra sırasıyla İlhanlılar, Altınordu Hanlığı, Timurlar, Şirvanşahlar ve Safeviler Dağıstan'a hakim oldular.

Ancak bölgedeki Türk izi gerçek anlamda Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşti. Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkaslar'ı fethetmesi Dağıstan ve Kuzey Kafkasya'daki küçüklü büyüklü devletlerin bağlılık mektuplarıyla gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Dağıstan'ı da içine alan kuzey Kafkasya'nın Osmanlılar tarafından fethinde kan dökülmemiştir. Bu dönemde Kuzey Kafkasya ve özellikle Dağıstan Osmanlı İmparatorluğu için büyük önem arzetmiştir. Çünkü Taman ile Derbent'i birbirine bağlayan yol buradan geçmektedir ve Safevi Devleti'nin Kırım'a yardım edeceği tek güzergah burasıdır. Bu sebepten dolayı Osmanlılar, bölgedeki kesin hakimiyeti elde edebilmek için Dağıstan'dan bağlılık mektubu istemiştir.

Osmanlı'nın bölgedeki hakimiyeti 28 yıl sürmüş olmasına karşın ilişkiler uzun bir süre devam etmiştir. Günümüzde Kafkaslar'da ve özellikle Dağıstan'da Osmanlı'nın izleri hala dimdik ayakta dururken, o dönemde bölgeye yerleşmiş olan Türklerin torunları Türk'ün üstün ahlak ve kültürünü bölgede gururla temsil etmektedirler.

DAĞISTAN'DA RUS İŞGALİ

Osmanlı'nın Dağıstan ve Kafkaslar'daki hakimiyeti kısa süreli olmuş, Safeviler tekrar bölgeye sızmakla kalmamış, Şii düşüncesini de bölgedeki Sünni Müslümanlara dayatmaya çalışmışlardır. Ancak Safeviler'in 17. yüzyılda başlatmış oldukları bu hareket Dağıstan'da şiddetli tepki ile karşılanmıştır. Aynı yüzyılın ilk çeyreğinde Surhay Han önderliğinde birleşen Dağıstanlılar Şamahı şehrini geri alarak, tekrar Osmanlı himayesine girmişlerdir.

Safevi Devleti'nin bölgedeki varlığı hiçbir zaman kalıcı olmamıştır. Çünkü Şiiliği yaymak için başlatılan zorlamaya dayalı propaganda yöntemleri her zaman için büyük tepki toplamıştır. Bu arada Rusya'ya karşı sürekli olarak gücünü yitirmiş, Dağıstan'da istediği etkiyi sağlayamamıştır.

Osmanlı ve Safevi Devletlerinin bölgedeki etkinliklerini yitirmesi Rusya'nın Kafkaslar'da güçlenmesine neden olmuştur. 16. yüzyıldan itibaren Dağıstan'la ilgilenmeye başlayan Rusya, 1567 yılında bugünkü Grozni olarak adlandırılan toprakları işgal etmiştir. Grozni'yi Kafkaslar'ı işgal etmek için üs olarak kullanan Rusya 17. yüzyıldan itibaren Dağıstan'a seferler düzenlemeye başlamıştır. Bu saldırılar sırasında bölge halkının Rusya'ya tepkisi sert olmuştur. 1772 yılında Çar 1. Petro, Rus tacirlerin mallarının yağma edildiğini bahane ederek Terek Irmağı'ndan Derbend'e kadar Dağıstan topraklarını işgal etmiştir.

Dağıstan'ın tamamının Ruslar tarafından işgali ancak 1813 yılında gerçekleşmiştir. Çarlık Hükümeti işgal ettiği topraklarda yerel halka baskıcı bir politika yürütmüş, Dağıstan'da Rus kökenli olmayan milletlerin siyasi ve ekonomik gelişmesini engellemiştir. Ruslar Dağıstan'ın işgali sırasında İmam Mansur, Gazi Muhammed ve Şeyh Şamil önderliğindeki direniş hareketleriyle yaklaşık 25 yıl mücadele etmek zorunda kalmıştır. General Baryatinski kumandasındaki Rus birliklerine teslim olan Şeyh Şamil, destansı bir direniş mücadelesiyle tarihe adını yazdırmıştır.

Rus işgali ile birlikte bölgede bir koloni idaresi tesis edilmiş ve Dağıstan 20. yüzyıl başına kadar Rus valiler tarafından idare edilmiştir. Dağıstanlılar 1918 yılında Kafkas Cumhuriyeti'ni, 1921'de Dağıstan Rusya Sosyalist Muhtar Cumhuriyeti'ni kurmuşlardır.

BUGÜNKÜ DAĞISTAN

Bugün, yirmiden fazla dilin konuşulduğu Dağıstan'daki halkları üç ana grupta toplamak mümkün. Dağıstan'ın %75'i Kafkaslar'ın yerli halklarından, %15'i Türklerden, %10'u Ari'lerden oluşmaktadır. Dağıstan'da 20'den fazla etnik grubun -Tatların dışında- tamamı Sünni Müslümandır. SSCB'nin dağılma sürecinde 1 milyon 950 bin nüfusa sahip olan Dağıstan'da, günümüzde 2.5 milyona yakın Müslüman yaşamaktadır.

SSCB'nin dağılmasıyla birlikte Kafkas Cumhuriyetleri'nin bağımsızlığına izin vermeyen Rusya, Dağıstan'da olağanüstü hal ilan etti. Rus yönetimi Dağıstan'da faaliyet gösteren 30'dan fazla siyasal partinin ve cemiyetin faaliyetine son verdi. 1991 yılında Dağıstan'da faaliyetlerine son verilen bütün parti ve cemiyetler Dağıstan'ın en önemli şehirlerinden biri olan Mohaçkale'de bir konferans tertip ettiler. Bu konferansta Rusya yönetiminden tam bağımsızlık talep edildi ve kurulacak Bağımsız Dağıstan Cumhuriyeti'nin anayasa taslağı ortaya kondu. Ancak Moskova yönetimi bağımsızlık ve halk oylaması isteklerini kökten reddetti.

Moskova'nın Dağıstan'ın bağımsızlığına kesin olarak karşı çıkmasının nedeni bölgedeki Rus varlığının tehlikeye girmesidir. Çünkü Dağıstan şayet tam bağımsızlığını kazanırsa Rusya için stratejik önemi bulunan Hazar Denizi bölgesindeki Rus varlığı İsterfan bölgesiyle sınırlı kalacaktır. İsterfan bölgesinde ise yine Müslümanlar çoğunluğu oluşturmaktadır.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Dağıstan'da da ekonomik kriz yaşandı. Bu süreçte Dağıstan'da ekonomik yatırım yapılmadığı ve , zarar ettiği gerekçesiyle birçok fabrika da kapandı. Kapanan müesseselerle birlikte işsizlik her geçen gün artış gösterdi. Hava ve deniz limanlarının elverişsizliğinin yanısıra, Azerbaycan sınırında sorunlar yaşandı. Bunlarla birlikte ithalat ve ihracatta yaşanan büyük sorunlar da Dağıstan'ı, adeta bir ekonomik abluka altına aldı... Dağıstan'ın en fazla ekonomik ilişikilerinin bulunduğu ülkeler arasında başta Türkiye olmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri, Türkmenistan, İtalya, Ukrayna, Azerbeycan ve ABD yer almaktadır.

Doğal kaynakları, tabiat ve iklim şartlarıyla önemli bir ekonomik potansiyele sahip olan Dağıstan'da, çinko, demir filizi, petrol, gaz, manganez ve nehirlerden elde edilen hidroelektrik enerjisi önemli doğal zenginlikler arasındadır. Ülkede inşaat malzemesi, kimya petrol, cam ürünleri ve elektronik cihazlar alanında 250'yi aşkın fabrika bulunmaktadır.

DAĞISTAN'DA İSLAM'A YÖNELİŞ

Hıristiyanlığın, Yahudiliğin ve Zerdüştlüğün yerleşik bir din olduğu Dağıstan topraklarına İslam dini, Hicri 1. yüzyılda Halife Ömer b. El. Hattab döneminde girdi. Tarihte birçok işgal ve kültürel yok etme kampanyasıyla karşı karşıya kalan Dağıstanlılar, hiçbir dönemde kesinlikle İslam dininden taviz vermediler.

Moğol işgaline uğrayan ve kültürel olarak yerle bir edilen Dağıstan'ı Osmanlı Devleti tekrar imar etmiş, Türk-İslam kültürü Osmanlı İmparatorluğu döneminde tüm Kafkaslar'a ve Dağıstan'a yayılmıştır. Nitekim 1783 yılında Rus işgaline uğrayan Dağıstan topraklarında başlayan bağımsızlık mücadelesi neticesinde, özerk bir devlet kurma kararı alınmıştır Rus saldırıları karşısında birlik içinde mücadele eden Dağıstanlıları bir arada tutan temel unsur İslam dini olmuştur. Birbirinden farklı etnik unsurları İslam potasında eriterek Rus yönetimine karşı direniş için birarada toplayan Şeyh Şamil, Rus yönetimine esir düşmüş ve 1870 yılında sürgüne gönderilmiştir. 1871 yılında Şeyh Şamil'in vefatıyla birlikte Dağıstan'daki birlik ve beraberliğin ortadan kaybolması üzerine, Rus yönetimi Dağıstanlı Müslümanlara karşı zorunlu göç politikası uygulamaya başlamıştır.

Dağıstan'daki en etkili siyasi partilerden olan İslami Kalkınma Partisi, Rusya'da başlayan Perestroyka hareketi ile birlikte ortaya çıkmış bir siyasi oluşum. Bölge halkına hitap eden yayınları ile dikkat çeken parti, Rus yönetiminin tüm engellemelerine rağmen ayakta durmaya çalışıyor.

Dağıstan'daki Müslümanlar İslami kimliklerini geri almak için son yıllarda yoğun bir çalışma içerisindeler. SSCB'nin çöküşünün ardından bölgede yaklaşık 1000 mescit yeniden ibadete açıldı. Dini okullara yönelişin arttığı bölgede, Hıristiyan misyonerlerin son yıllarda önemli çalışmalar yaptığı da biliniyor. Radyo ve TV vasıtasıyla Hıristiyanlığın genç Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmaya çalışıldığı Dağıstan'da, Hıristiyan misyonerlerin arkasında önemli bir güce sahip olan Rus Ortodokslar bulunuyor.

SSCB'nin dağılmasının ardından Rus yönetiminin Kafkaslar'da başlatmış olduğu zulüm ve işkence uygulamaları bölge halkının İslam'a yönelmesine vesile oluyor. Bu yönelişin en fazla hissedildiği bölgelerin başında ise hiç şüphesiz Kafkasların Kartalı Dağıstan gelmektedir.

Azerbaycan ve Çeçenistan petrolleri konusunda sıkıntı yaşayan Rusya, son yıllarda Dağıstan'daki petrol yataklarıyla yakından ilgilenmeye başladı. Rusya'nın dev petrol şirketi Lukoil'in Dağıstan'da petrol ve doğal gaz çıkarılması konusunda girişimleri bulunmaktadır. Dünya'daki ekonomik kriz ve petrole ve doğal kaynaklara verilen önem Dağıstan'ın Rusya ve Batılı ülkeler açısından önemini daha da artırmaktadır. Bunun öneminin farkında olan Dağıstanlılar, yaşadıkları ülkelerde temsilcilikler açarak Dağıstan'ın ekonomik açıdan gelişimine ve tanıtımına katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Dağıstan ABD'lilerin de ilgi alanına girmektedir. Sık sık Dağıstan'ı ziyaret eden ABD'li yetkililer, Dağıstan'a Batı'nın ve ABD'nin verdiği önemi ifade etmektedirler.

Kuzey Kafkasya'nın efsane lideri Şeyh Şamil 1797 yılında Dağıstan'da doğdu. Tasavvuf terbiyesiyle yetişen Şeyh Şamil, oy birliğiyle Dağıstan'da İmam seçildi. 1859 yılında Rus işgaline karşı başlattığı mücadelesini 1870 yılına kadar aralıksız sürdürdü. 1870 yılında İstanbul üzerinden Hicaz'a geçen İmam Şamil, daha sonra tekrar Dağıstan'a geçerek Ruslara karşı destansı bir mücadele başlattı. Ruslar bu kuşatmada İmam Şamil'in bir avuç askeri karşısında 3 bin kayıp vermişti. Başına ödül konmuş olan İmam'ın Rus Çarı'na meydan okuyan mektupları ünlüdür. Tarihteki en büyük direniş lideri sayılan Şamil 4 Şubat 1871'de yetmiş dört yaşında Medine'de vefat etti. Cennet-ül Baki mezarlığına defnedildi.

Dağıstan gibi Çeçenistan da Rusya için büyük bir önem taşımaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, başta petrol ve doğal gaz olmak üzere söz konusu bölgedeki yüksek rezervli doğal kaynaklardır. Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminde ihtiyacı olan tüm hammaddeleri bu ülkelerden çok ucuz fiyata alıp, kendi ihtiyacı için kullanıyordu. Hatta bu hammaddeleri işledikten sonra, aldığı ülkelere geri satıyordu. Böylece bu ülkeleri siyasi bağımlılığın yanında, ekonomik olarak da kendine bağımlı hale getiriyordu. Ancak SSCB'nin dağılmasından sonra kendisi için büyük bir hammadde kaynağı olan bu cumhuriyetlerin birer birer bağımsızlıklarını ilan etmesi, Rusya'yı da büyük bir çıkmaza soktu. İşte Hazar ve Kazak petrolleri üzerinde bu kadar oyun oynanmasının ve Rusya'nın bu kaynaklar üzerinde bu kadar hak iddia etmesinin nedeni bu hammadde ihtiyacıdır.

Ekonomik etkinin yanı sıra, Rusya'nın yüzyıllardır devam eden "yayılmacı politikası" da Orta Asya ve Kafkasya'da yaşanan karışıklıkların bir başka önemli nedenini oluşturmaktadır. SSCB'nin dağılmasından sonra kısa süreli bir bocalama dönemi geçiren Moskova, hemen toparlanmış ve bağımsızlığını ilan eden yeni cumhuriyetler üzerinde yeniden hakimiyet kurmak için çok yönlü girişimlerde bulunmuştur.

Yani Rusya bu ülkelerin bağımsızlıklarını ilan etmelerini, özgürlüklerine kavuşup, kendi ayakları üzerinde duracak hale gelmelerini kabul edememekte, bu bölgeleri yeniden ele geçirilmesi gereken mevziler olarak görmektedir. Kazakistan'da, Azerbaycan'da, Dağıstan'da, Ermenistan'da ve Gürcistan'da yaşananlar da bu yayılmacı politikanın hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir. Çeçenistan da bu yayılmacı politikanın hedefi olan ve bu nedenle de çok büyük zulümlere maruz kalan ülkelerden bir tanesidir.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından bu birliği oluşturan etnik grupların birçoğu bağımsızlıklarını ilan etti. Bazıları ise Rusya topluluğu içinde kalarak, ekonomik ilişkilerinde bağımsızlaşma yoluna gitti. Yıllar süren komünist Rus yönetimi altında çok büyük baskılar gören 1 milyon nüfusa sahip Çeçenler ise Cahar Dudayev önderliğinde bağımsızlık savaşına başladılar. Komünist yönetimin altında yaşadıkları baskı ve şiddet dolu yılların ardından Çeçenlerin en büyük özlemi, ibadetlerini rahatça yapabilecekleri, özgür ve bağımsız bir ülke kurmaktı. Ruslarla yaşanan 18 aylık şiddetli savaştan sonra kahraman Çeçenler 1996 yılında Rus ordularının çekilmesiyle bağımsızlıklarını ilan ettiler. Devlet Başkanı Aslan Mashadov ile Yeltsin arasında imzalanan anlaşmalarda açıkça Çeçenistan İçkeriya Cumhuriyeti ifadeleri yer aldı. Bu, Çeçenistan için büyük bir başarıydı. Fakat Çeçenistan'ın nihai statüsü, 2001 yılında Moskova'yla Grozni arasında yeniden görüşülmek üzere rafa kaldırıldı. Ruslar için Çeçenistan konusu henüz kapanmamıştı. Çatışmalar daha küçük çaplı olsa da devam etti, fakat savaş hali sona ermişti.

Yıllardır süren bu savaşın Rusya açısından çok önemli politik iç ve dış ve ekonomik yönleri bulunmaktadır. Son dönemlerde Rusya gerek ekonomik açıdan, gerekse politik açıdan çok sıkıntılı bir dönem yaşamakta, Rus halkı yönetime karşı çok büyük bir güvensizlik duymaktaydı. Vaat edilen ekonomik refaha ulaşılamamış, ülkedeki dejenerasyon süreci çok büyük bir hız kazanmış, mafya Rusya'da çok büyük bir güç elde etmiş ve uluslararası platformda Rusya çok büyük bir güç kaybına uğramıştır.

İşte bu nedenle Rusya Çeçenistan'ı halkın güvenini yeniden kazanmak için bir kurtarıcı olarak gördü. Böylece eski dikta anlayışı tekrar hortlatılacak, milliyetçi söylemlerle halkın gözü boyanacak, ekonomik ve politik açmazları görmemeleri için Çeçenistan savaşı halka göz boyayıcı bir destan gibi sunulacaktı. Nitekim Ruslar bunda kısmen de olsa başarılı oldular. Yapılan seçimlerde halk savaşın başındaki Başbakan Putin'e olan güvenini açıkça gösterdi. Böylece Yeltsin'den sonraki politikanın ana hatları da çizilmiş oluyordu. Savaşın şiddeti giderek artacaktı Ve böyle de oldu.

Çeçenlere Uygulanan Sistemli Zülum...

Çeçenistan'daki bombardıman hiç hızını kesmeden ve yaşlı, kadın, çocuk demeden devam ediyor. Ruslar 2 Ekim 1999 tarihinde girdikleri Çeçenistan topraklarında önlerine çıkanları kadın, çocuk ya da yaşlı ayrımı yapmadan, tüm insanları acımasızca katlediyor. 2 yıla yakın bir süredir sivil hedefler kesintisiz bombardımana tutuluyor. Halkın direnişini kırmak için de özellikle hastaneler, doğum evleri, çarşılar, mülteci konvoyları hedef olarak seçiliyor. Son günlerde gelen haberlere göre de Ruslar Çeçenlere karşı kimyasal bombalar, scud ve napalm füzeleri kullanıyorlar. Bunun yanı sıra Ruslar birçok Çeçen köyünün kullandığı Argun nehrine zehir kattı. Zehirli sudan içen kadın ve çocuklardan büyük çoğunluğu ölürken, yüzlercesi de hastane kapısında ölümü bekliyor. Suların zehirlenmesi nedeniyle içecek ve kullanılacak su bulamayan sivil halk çok zor günler geçiriyor.

Mültecilerin durumu da endişe verici boyutlarda. Mülteci bölgelerinde yapılan incelemeler insan hakları ihlallerinin çok büyük boyutlarda olduğunu gösteriyor. Savaştan kaçan Çeçen mültecilerin 250 bini İnguşetya'da, diğerleri de komşu bölgelerde korunmaya devam ediyor. Bu savaşlar esnasında Çeçenistan, nüfusunun dörtte üçünü kaybetti. Mülteciler altı ayı aşan savaşı da protesto ediyor. Bir kısmıysa Çeçenistan'a geri dönmek için sınırda kuyruklar oluşturuyor. Savaş, Çeçenistan'ın güneyinde dağlarda sürüyor. Çeçenler Rus askerlerini rehin alıyor, Rusya ise ölen Çeçen savaşçılarını dünyaya açıklıyor. Rusya operasyon için şimdiye kadar 385 milyon dolar harcadığını açıkladı. Çeçenler geçen yıl Eylül ayından bu yılın 25 Temmuz tarihine kadar 21 bin Rus askerinin öldürüldüğünü bildirdi. Ruslar ise bu sayının 2.500 olduğunu söylüyorlar. Aynı tarihler arasında 1.460 Çeçen askerin öldüğünü bildiren Çeçenler, 45 bin sivilin öldüğünü söylüyorlar.

Ne yazık ki Çeçenistan'da yaşanan insanlık dramı tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor ve bu zulme kimse dur demiyor. Orada yaşananları ayrılıkçı terörist saldırıları olarak göstermeye çalışanlar ise çok büyük bir soykırıma bir nevi ortaklık yapmış oluyorlar.

İşte bu noktada Orta Asya'da lider ülke olma hedefindeki Türk hükümetine de çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Hiç şüphesiz Çeçenistan'da yaşananlara "dur" demek için bir adımın atılması, diğer Kafkas Cumhuriyetleri üzerinde de çok büyük bir etki yapacaktır. Bu nedenle "artık çok geç!" demeden zulme uğrayan insanlara yardım eli uzatılmalı, tüm dünya ülkelerini de harekete geçirmek için bir girişimde bulunulmalıdır. Yüzyıllar boyu Orta Asya'da, Balkanlar'da, Ortadoğu'da ve Kafkaslar'da adalet dağıtmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan Türkiye'nin çağdaş, demokrat ve barışçı kimliği buna imkan tanımaktadır. Unutulmamalıdır ki milli ve dini kimliklerin önem kazandığı bir dünyada "Türk-İslam medeniyeti" ancak bu bilinçle hareket edildiği zaman etkin olacaktır.

 
  Bugün 13 ziyaretçi (21 klik) kişi burdaydı!  
 

İLETİŞİM: aruda_bozo@hotmail.com

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol